Archive for 2013

Mahalle Okulu

öyle pek ahım şahım olmayan, o mahallenin çocuklarından başkasının gitmediği ve başka mahallelerden ailelerin gelip "katkı payı" ödemedikleri sıradan bir eğitim yuvası. 

kesinlikle mahalle mektebi değil, mahalle okulu bu. büyükşehirlerin kenar mahallelerinde orta direk ailelerin çocuğunu gönderdiği okuldan bahsediyorum. bu okullar da tıpkı anadolu'dan büyükşehire göçmüş ailelerin çocukları gibi ikilemdedir. ne köylüdür, ne şehirlidir. mahalle mektebi köylüdür, eskidir. mahalle okulu varoştur. ben de bunlardan birinde ilköğretimi bitirdim. her ne kadar ben okula başladığımda ilkokul ve ortaokul diye iki kısmı da olsa ben 5. sınıfa geldiğimde 8 yıllık mecburi eğitim kabul edilerek diploma hevesimi kırmışlardı. 

asıl konu bunlar değil. bu okullar mahalleyle birlikte yaşarlar. sokakta beraber maç yaptığın, torpil patlattığın arkadaşınla aynı mavi önlükle aynı dersliğe girersin. o dersliklerde soba vardır, sobanın üzerine de portakal koyarlar ki sınıf güzel koksun. öğlenciysen böyle şanslıydın, sabahcıysan da kıçın donardı. hademe gelecek de sobayı yakacak da, sınıf ısınacak da ders dinleyeceksin.

bu okullarda mahalle yaşamı o kadar benimsenir ki, öğretmen bile okula elişiyle beraber gelir. derste sizin kendinizi oyalayacak bir aktiviteniz olur da öğretmen kendiyle başbaşa kalırsa çıkartır elişini yapar. eğer öğretmen erkekse o da gayet gazete falan okur.

okulu yeterince tasvir ettik... benim gittiğim okul da böyle bi mahalle okuluydu. yaş 25 olduğundan artık her ayrıntısını hatırlayamasam da okulun ilk gününü bugün gibi hatırlıyorum. ağlayanlar, zırlayanlar, koşup sınıftan kaçmaya çalışanlar falan. ben de mal gibi oturup milleti izliyorum. annem sabah beni öğretmenin yanına götürüp "işte bu senin öğretmenin" deyip bırakmıştı da öğretmen de beni bi sıraya oturtup "burda bekle" demişti. ne curcunaydı ya... o kadar eğlendim ki hala unutamıyorum o günü. neyse sınıfa ikiz kardeşler geldi, isimlerini hatırlamıyorum ama ikisi de zırlıyordu onu iyi hatırlıyorum. öğretmen bunları "bak onun annesi de yok o hiç ağlamıyo onla arkadaş olun hadi bakıyım" diye benim yanıma oturttu. çocuklar ağlıyo ben kıkır kıkır gülüyorum. yok abi susmam imkansız yani. sonunda çocukların annesi de gelip bizim yanımıza oturdu da çocuklar zırlamayı ben de gülmeyi kestim. 

aşı günleri de böyle eğlenceli olurdu. bayılan kızlar, sıraların altına saklandığını düşünen tipler, hemşeriyi "ben aşı oldum ki zaten yaa" diye keklemeye çalışanlar falan... ben de okul tatil olacak diye sevinirdim, alt tarafı bi iğne nolacak sanki? 

bunlar eğlenceli tarafı olsa da okul hep böyle makarayla gitmiyordu tabi. 1. sınıfta okuma yazma öğrenirken herkes tahtaya bir şeyler yazardı. 1. sınıfın 2. dönemi olsa gerek. ulan arkadaş "soğuk" yazamıyorum. souk, soyuk, soyk her şeyi yazıyorum soğuk yazamıyorum. öğretmen 3 gün arka arkaya beni tahtaya kaldırıp aynı cümleyi yazdırıyor ama yazamıyorum ben. her gün evde yazıyorum, anneme babama kontrol ettiriyorum doğru ama okula geliyorum orada yazamıyorum daha doğrusu yazamıyordum ki rahmetli zübeyde öğretmenimin tokadını ensede hissedince birden kafada ışık çaktı, ben de tahtaya "soğuk" diye çaktım tebeşiri.

ooo bi de tebeşir olayı var... bizim sınıfta numara sırasına göre her gün birisi mavi önlüğü beyaza boyayıp eve dönerdi. ben silgicibaşı olduğum gün o kadar tebeşir tozu yuttuğum yetmezmiş gibi bi de annemden "üstünü başını niye batırdın?" diye dayak yemiştim. açıklamama izin vermemişti tabii ki.

yazdıkça aklıma geliyor ama bir an önce asıl anlatmak istediklerime geçmek istiyorum. 7. sınıfa geldik, ergenliğin de dibine vurduk artık. hala mahalle okuluna gidiyoruz tabii. mahalle okuluna gitmek sorun değil, hiç servise binemedim ya ona yanıyorum anasını satıyım. servise binmek öğlenci olduğun yılların akşamında eve gelirken köpekler tarafından kovalanmamak demek ne büyük lüks biliyor musun?

dikmen-öveçler o sıralar yeni yeni yapılanmaya başlıyor. her yer gecekondu, herkes tanıdık, her kapı bizim kapı gibi. dedik ya mahalleyle beraber yaşar mahalle okulu diye... neyse ne diyorduk? haa 7. sınıftayız artık. ergenliğin de getirisiyle kızlar peşinde koşmaya başlıyoruz. kızların göğüsler tomurcuklanıyor, bizim de boy-pos uzuyor. erkan diye bi piç var. bu, okulun en önde giden piçlerinden ve 6. sınıfta sınıf tekrarına kalıp bizim sınıfa düşüyor. sınıfta bu heriften tırsmayan yok. neyse piçlik ayağına ben de bununla arkadaş olup bunla takılmaya başlıyorum. sigara da içiyor bu piç, nasıl havalı nasıl cool görünüyor anlatamam. "al lan sen de dene" diyor "süt bebesi" damgası yememek için alıp yakıyorum bi tane. o gün bugündür de söndüremedim koduğumunun meretini işte. 

yaş olmuş artık 13 ve koca! 7. sınıfa gidiyorsun. mahallede artık "isim yapma" vakti. o boyla ne isim yapacaksan sanki. isim yapma dediğimiz de "belalı" diye anılabilme çabası. erkan'la akıyoruz ortamlara. ortam dediğime bakmayın, yıkık gecekonduların içerisinde kaçak kaçak sigara içiyoruz ve tanıdık bakkaldan aldığımız bira varsa bir birayla kafa olmaya çalışıyoruz. yanlış anlaşılma olmasın, amaçlarımızdan biri de kız tavlamak. kızlara cool görünmeye çalıştığımızdan böyle davranıyoruz. en erkek biziz ya amk. 

gün geçtikçe etrafımızda ergenler çoğalıyor. 3-5 derken baya kalabalıklaşmaya başlıyoruz. sigara partileri, olmayan şeyleri anlatıp birbirimize hava atma kafaları falan yaşıyoruz. yıkık gecekonduda tabii. sonra bir gün nolduysa bahtiyar diye bi herif çıkıp geliyor. yaşca büyük bizden, 20li yaşlarda bu piç. kollar faça dolu, dişler kırık, yanında da 2 tane sokak köpeği... o güne kadar mahalle okulunun delikanlıları olarak kendimizi mahallenin kralı sanıyoruz ama bi piç gelip bizi tokatlayıp sigaralarımıza el koyup, karizmayı çizip gidiyor. bi de seviniyoruz ha kimse görmedi diye.

ben bu olaydan sonra tırstığımdan efendice okula gidip gelmeye başlıyorum. yeni hastalığım müslüm gürses. kızlara hava atmak adına arabeske bulaşıyorum bu sefer de. arabesk de ne arabesk... müslüm, hakan taşıyan, hakan gürses vs. bildiğinhardcore amk. ne yaşadıysam, neyin bunalımındaysam hala çözemedim ama dinledim. kızlar açısından da işe yaramadı zaten. 

neyse bir gün yine okula gidiyorum, kulakta da arçelik marka walkman var. walkmani kemere takmışım, benden havalısı yok. müslüm kasedi de çalıyor ki yine mahallenin kralı modundayım derken arkadan bir el dokunuyor sırtıma. bi dönüyorum "bahtiyar". aramızda bi diyalog geçiyor:

- sigara ver la
+ yok ki abi sigaram
- bırahtın mı?
+ yok da param yok alamadım.
- gel üstünü arayacam
+ olmaz ya niye üstümü arıyon?
- volhmenine çökmemi istemiyosan sigarayı çıkar ya da üstünü arayacam
+ valla yok ya (cepleri ters-yüz ederim)
- taam o zaman parayı ver
+ yemek yiyecem onla
- yeme lan bugün de! ver o parayı.
+ vermiyom la sen kimsin de verecem?
...

dayağı yedik tabii, parayı da walkmani de kaptırdık. göt korkusundan ne hocalara söyleyebiliyorum, ne babama anlatabiliyorum ne de rezil olmamak için arkadaşlarıma bahsedebiliyorum. sonrası malumudur buraya kadar okuyanların zaten... planlar, planlar... kar maskesi takıp ıssız bir yerde sırtından bıçaklayıp geberticem piçi, evet müthiş planım buydu. 

plan tutmadı tabii, kar maskesi bile alamadım.

babam da bu arada sormaya başladı "walkmanin nerde?" falan diye. pederi oyaladık 8. sınıfa kadar "arkadaşa gittiğimde orda unuttum onlar da köye gitmiş" falan derken yaz tatili biitnce bizim peder olayı anladı. 

babam da mahalle kahvesi müdavimi, bu iti tanıyor. tabii mahallenin başka itlerini de tanıyor. mahallenin en eskilerinden olduğumuzdan da herkes babamı tanıyor. mahallenin diğer kopukları düşüyorlar bahtiyar'ın peşine. bahtiyar bu durur mu hiç? toz oluyor tabii, haber de alıyor benim yüzümden arandığını. 

aradan yine 1-2 ay geçiyor hop bahtiyar karşımda. bu kez elinde bıçak var. yine bir diyalog:

+ artiz mising la sen?
- walkmani parayı ver bu iş bitsin (hey dostum senin o zenci kıçını tekmelerim modunda söylenmiştir)
+ ne diyong olm sen bıçahlarım la seni!
- bak bulurlar seni boşuna uğraşma
+ al lan (karna tekmeyi yedik amk)
- nabıyon ya?
+ para getirecen bana burda bekliyom yoksa bıçahlarım seni
- taam söz yeter ki bırak beni getircem ( o anda yine ışıklar çakar kafada)
+ taam bekliyom.

gider babama haber veririm. mahallenin kopukları beni önlerine alıp bahtiyar'ın olduğu yere götürürler. bahtiyar bu amk durmadı tabi yine:

+ anama küfretti abi, valla anama küfretti. allah peygamber çarpsın ki anama küfretti.

bizim kopuklar yemediler de bi güzel benzetiverdiler bu iti. tabii mahalle okulundan sonra mahalle lisesine giden ben lise 2. sınıfa kadar bu itten kurtulamadım ama bi şekilde mahalle okulunun kralı olmaktan vazgeçtim.

böyledir işte mahalle okulu. ilk önce mahallede top oynamak gibi başlar, mahalle kavgasına, mahalleyi sahiplenmeye ve mahalleden nefret etmeye kadar gider. 

Yorum Yok

Hayata Dair

Can yeleğimiz olmadığı halde sinirli bir ırmağın sularında yüzülürken, başkasına can yeleği uzatma isteğine benziyor hayatımız. İyi insan olma dürtülerimiz bizi yalnız bırakmasalar da, bizim can yeleğimiz yok ki başkasının canını kurtarabilelim. O yüzden her koyun kendi bacağından asılıyor, o yüzden çocuklarımıza birey olabilmelerini ve ayakta durabilmelerini öğretmeye çalışıyoruz.

Modern yaşam vaktimizi fazlasıyla çalıp, bizi kendi hapishanelere tıkan bir yargıç gibi. Bir çocuk en geç 6 yaşından önce okula gitmeye başlıyor ve böylece hayata hazırlanma evresi de burada start alıyor. 6 yaşında okula gitmeye başlayan bir çocuk, 24-25 yaşında yüksek lisansını da yapmış bir biçimde hayata hazır hale getiriliyor. En azından yapılmaya çalışılan bu. Eğitim şartları ve yaşama olan ilgi eski çağlara göre çok ilerlemiş bir durumda. Fakat ters giden bir şeyler olabilir mi?

Büyük bilgin ve filozofları geride bırakmış gibi görünüyoruz. Dünya çok daha yaşanmaz bir hal almış durumda. Biliyorum bu çok klişe bir tabir, lakin bunun aksini ne yazık ki iddia edemiyoruz. Ayağımıza vurulmuş prangalarla bir ömrü çürütürken, Sibirya'ya sürülmüş bir Çarlık Rusyası mujiğinden en ufak bir farkımız yok. Hayatı dışarda değil, okullarda öğreniyoruz. İnsanlarla kitaplarda tanışırken, sosyal medya aracılığı ile iletişim kuruyoruz. Artık kadınlar erkekler için, erkekler de kadınlar için daha ulaşılmazlar. Bir o kadar da daha kolay ulaşılabilir haldeler. Öncesinde böyle olduğunu, en azından bu kadar karmaşık olduğunu sanmıyorum.

Modern zamanların kendisini özgür sanan birer kölesinden öte bir yaşantımız ne yazık kı yok. Benim burada bu lakırtıları etmem de hayatımda ya da hayatımızda bir şeyleri değiştirebilecek bir güce muktedir değiller. Hepimizin kalbinden geçen bir örümcek ağı var. Görünmez ve ince olduğu kadar, güçlü ve koparılamaz bir ağ. Bu hayata bu ağ ile tutunuyoruz. Erzurum'un herhangi bir köyünde yaşayan İsmail Amca ile İstanbul'un en pahalı yalısında yaşayan beyefendinin kalbinden geçen ağdan bahsediyorum. Hepimizinki aynı, hepimizi aynı yere bağlıyor. Hayatını boşa harcayan koca bir sürüden ne yazık ki farksızız.

Beylik laflar edip insan hayatını kötülerken benim de farklı bir hayat yaşadığım düşünülmesin. Benim kalbimden de aynı ağ, aynı güçlülük ve kararlılıkla geçmektedir.Peki bu hayatı değiştirmek için neler yapmak gerekir? Bu bahsettiğim örümcek ağının zayıf bir noktası var ve biz bu ağı kopararak yeni bir yaşam oluşturabilir miyiz?

Her şeyin başı düşünmektir. Düşünmenin disiplini ve sınırı olmamalıdır. Ben de düşünüyorum fakat için içerisinden çıkabilmiş değilim.

Yorum Yok