Archive for Şubat 2014

Ankara Sıkılmışlığı XIII (Alper)

Alper, bir ailenin bir çocuğuydu. Ailesi Gölbaşı'nın yerlisi ve toprak zenginiydi. 1.85 boylarında, kumral, yeşil gözlü, 100 kilo civarında bir babayiğitti Alper. Babası Cafer Bey ise iki dönem üst üste Gölbaşı Belediye başkanlığı yapmasına rağmen, Ankara kulislerinde en az bir bakan kadar etkin ve tanınmış biriydi. Alper hiç özel okula gitmedi. İlkokul ve liseyi devlet okulunda okudu. Babası Cafer Bey de oğlunun eğitiminin bu yönde olması gerektiğine inanan tipik bir İç Anadolu aile babasıydı.

Cafer Bey, toprağına toprak, varlığına varlık katmak isteyen cimri fakat sözünün eri bir adamdı. Cafer Bey'in eşi Raziye Alper'in doğumu sırasında ölmüş ve Cafer Bey ondan sonra bir daha evlenmemişti. Haliyle Alper dışarıda başına buyruk, evdeyse babasına karşı ezik büyümüş, bu da onu haşarı bir çocuk yapmıştı. Yine de Alper lisede okurken babası onu bol bol yanında gezdirir nüfuzlu arkadaşlarıyla tanıştırırdı. Cafer Bey 57 yaşına geldiğinden öldüğünde oğluna sağlam bir çevre bırakmak için artık her gününü neredeyse Alper'e ayırıyordu.

Cafer Bey Alper‘i, liseyi bitirir bitirmez Gölbaşı'nın bir köyünden oldukça güzel Gülsüm adlı bir kızla evlendirdi. Alper askere gidip gelince de tüm işleri oğluna bıraktı; arsaların, dairelerin ve aile şirketinin başına Alper geçmişti ama kontrol mekanizması hala Cafer Bey'in elindeydi. Cafer Bey etkin bir şekilde Alper'i önemli kişilerle tanıştırıyor ve ona işini nasıl yapacağını öğretiyordu. 

Bir nevi danışmanlık şirketleri vardı. Cafer Bey yeni yetme iş adamlarına ön ayak olup onların işleri halletmesine yardımcı oluyor ve karşılığında da payını alıyordu. Alper'i de aynı şekilde yetiştirmişti fakat Alper bu kadarla yetinmek istemiyordu. Cafer Bey sadece Gölbaşı ve Dikmen çevresinde etkin olmayı tercih ediyor, gücü yettiği halde başka yerlere hiç karışmıyordu.

Cafer Bey 65 yaşında karaciğer kanserinden vefat edince Alper işleri büyütmeye karar vermiş ve Gölbaşı ilçe merkezinde bulunan şirketi Kızılay'a taşımıştı. Cafer Bey ölmeden önce hem çocuğunu tam anlamıyla yetiştirmiş, hem mürüvvetini görmüş hem de torun sevmişti. Alper'in Gülsüm'den 2 kız çocuğu olmuştu; büyük kızın adı Raziye, küçük kızın adı ise Ceyda'ydı.

Ceyda hem Yunus hem de Alper'in beraber aşık olup paylaşamadıkları kızdı. Sonrasında da birbirlerine düşmemek için bu konuyu Ceyda'ya hiç açmamışlar ve bu konuda birbirlerini kandırmayacaklarına yemin etmişlerdi. Alper, kızına Ceyda ismini vererek onu aklından silemediği gerçeğini ve ömür boyu sevebileceği bir Ceyda'yı var etme isteğini gösteriyordu.

Lisede Alper çok haşarı bir çocuk olduğundan lise 1. sınıfta okuldan uzaklaştırma almış ve Cafer Bey de onu Gölbaşı Lisesi'nden alarak Dikmen Lisesi'ne vermişti. Alper ile Yunus'un tanışması da orada başlıyordu. Yunus uzun boylu olduğundan en arka sırada oturuyordu ve Alper de sınıfa gelir gelmez yalnız oturan Yunus'un yanına oturmuştu.

Lisede başlayan arkadaşlık mezuniyetten sonra zayıflamış ve askerlikle beraber bu bağ tamamen kopmuştu. Aradan yıllar geçtikten sonra Alper ile Yunus Kızılay'da karşılaşmışlar ve kopan bağ zayıf da olsa bir şekilde tekrar bağlanmıştı.

Alper her ne kadar patavatsız ve kaba olsa da her zaman sözüne güvenilir bir insandı. Verdiği sözü tutmadığı hiç vaki değildi. Bunu da babası Cafer Bey'den öğrenmişti. Yunus'u ikna edip işe başlatan da belki Alper'in bu özelliğiydi. Yine de Alper çevresi ve imkanları dahilinde Yunus'a muhtaç olacak bir konumda değildi. Yunus'un annesi vefat ettiğinde cenazesine bile katılmamış olmasına rağmen aylar sonra yanına gidip kendisine iş teklif etmeye çekinmeyecek bir karakterdeydi. Alper için iş ve para dünyada var olan tüm gerçekliklerin üzerinde yer alan tek gerçeklikti. İnsanlar bunu fark edemedikleri için mutsuz, başarısız ve beş parasızdılar.

Alper için tek gerçeklik paraydı. Okul hayatı boyunca notları konusunda hiç hırslı davranmasa da, para söz konusu olduğunda tepeden tırnağa hırsla dolardı. Öyle hırslıydı ki, çantasında düzinelerce kalem ve uç taşır, kalemleri kiralar ve ucu da satardı. Sınıfta kendisine uç lobisi bile kurmuştu. Öğrenciler ondan çekindiğinden birbirlerinden uç ödünç almazlar ama uç almaya mecbur kaldıklarında Alper'den alırlardı. Kiraladığı kalemlerden sınav haftalarında 20 lira kazandığı bile olurdu.

Tüm gerçekliği para olmasına rağmen Alper Ramazan ayında mutlaka orucunu tutar, cuma namazlarını kaçırmaz, zekatını verir ve kurbanını keserdi. Hac vazifesini gerçekleştirmek için yaşlanmayı bekliyordu, çünkü içkiyi bırakmayı göze alamazdı. Hacca gidip gelmek demek 5 vakit namaz kılmak ve içkiyi bırakmak demekti; günahlardan arınmak demekti. Bir tüccar mantığıyla bakıldığında ise günahlar birikmeden günahtan arınmak müsriflik olacağından, Alper hac işini geciktiriyordu.

Gülsüm de din konusunda tıpkı Alper gibi düşünüyordu. Türbanlı olmasına rağmen dedikodudan geri kalmayan, övünmekten vazgeçemeyen bir insandı. Kendi güzelliğinden bahsetmeyi çok sever ve yaptığı yemekleri övmeden edemezdi. Hayatında hiç sigara ve alkol kullanmamasına rağmen Alper'in içki-sigara alışkanlığına ses etmez, sadece eve girecek parayla ilgilenirdi. Çocukları onun en büyük uğraşıydı. Alper ise evinin direği olmasına rağmen hayatında çok büyük yer teşkil etmiyordu. Ne Alper Gülsüm'ü seviyor ne de Gülsüm Alper'i seviyordu. Aralarında aşk, sevgi namına hiçbir şey yoktu. Topluma iyi aile rolü kesmek başlıca görevleriydi ve bunu çok iyi beceriyorlardı. Alper, çocuklarını paraya boğmanın yapılabilecek en iyi babalık olduğunu düşünüyor ve öyle davranıyordu. Gülsüm de bundan şikayetçi olmamakla beraber çok da memnundu.

Yeni dünya düzeninin tüm dünya ve Türkiye'de yarattığı yeni aile buydu. Herkes rol yaptığını bildiği halde gerçeği yaşıyormuş gibi davranıyor ve bunu belli etmiyordu.

Etiketler , , , , , | Yorum Yok

Ankara Sıkılmışlığı XII

Artık uçağın kalkmasına 24 saat kalmıştı. Yunus tüm hazırlıklarını tamamlamış evde vakit geçiriyordu. Bugün için planı önce Kızılay'a inip Ankara ile vedalaşmak ve güzel bir yemek yemekti. İlk defa uçağa bineceği için biraz gergin olmasına rağmen heyecanlıydı da.

Yunus tam çıkacakken kapı çalındı ve Alper geldi. Elinde bir tomar kağıtla Yunus'un bazı belgelere imza atması gerektiğini, o yokken işleri yürütebilmek için bunun gerekli olduğunu söylüyordu. Yunus fazla düşünmeden ve kağıtları okumadan hepsini imzaladı. Alper çok fazla soru sormadan Yunus ile vedalaştı ve her zaman olduğu gibi o pis tavrını takınarak giderayak Yunus'a takılmayı ihmal etmedi.

Alper çıktıktan sonra Yunus da çıktı ve Kızılay'a gitti. Önce meydan, sonra Konur Sokak derken Ziya Gökalp'ten Kurtuluş'a kadar yürüdü. Dönerken bir taksiye binip tekrar meydanda indi ve Sakarya'da sıradan bir bara oturarak bir tane bira içti. Çocukluğunun, gençliğinin ve askerlik dışındaki tüm hayatının geçtiği şehiri ilk kez terk edecekti. Hüzünlendi ama ağlamadı. Sakarya Caddesi'nden Atatürk Bulvarı'na vardığında taksiye binmek istedi ama kararını değiştirip dolmuşa binmeye karar verdi. Güvenpark'ta bir sigara içip dolmuş duraklarına doğru yürüdü.

Dolmuşa bindiğinde aklına lise yılları geldi. Cumartesi akşamları arkadaşlarıyla Kızılay'a inip bira içer ve son dolmuşla eve dönerlerdi. O zaman güzeldi Ankara ve bu kadar gri değildi. Ergenliğin toz pembe dünyasının hülyasına kapılmıştı tekrar. Üzerinde lacivert ceket, altında gri pantolon varmışcasına ergen olmuştu. Bir kız tavlamalı, askere gidip gelmeli, düzenli bir iş bulduktan sonra da evlenip çoluğa çocuğa karışmalıydı. Çocuğu olursa da annesi bakardı. Dizel motorun sesi Yunus'a bunları anımsatmıştı. Oysa düşündüğü hiçbir şey gerçekleşmedi ve o yüzden şimdi kendisi de buralardan kaçıyordu.

Amerika nasıl bir yerdi ki? Orada da dolmuş var mıydı? İnsanlar orada da bu kadar somurtkan mıydı? Peki ya dolmuş şoförleri orada da bu kadar ciddi miydi? Her şeyden önemlisi orada kötü kaderini mağlup ederek mutlu ve yeni bir yaşantıya başlayabilecek miydi? Aşık olabilecek miydi? Filmlerde olduğu gibi bir Amerikan mucizesi mi yaşayacaktı yoksa buradaki sıkılmışlığı orada da devam edecek miydi? Ülke değiştirmek kendini değiştirmek olabilir miydi?

Bu soruları daha fazla düşünmemeye karar verdi. Önünde koca bir yıl vardı tüm bunlara yanıt verebilmek için. "Abi son duraktayız, inmiyor musun?" diye seslendi dolmuş şoförü. Yunus tamamen dalmış gitmiş, yolu bile takip etmemişti. Hiçbir şey söylemeden dolmuştan indi ve şoför kapıyı kapatmadan "Kusura bakma kardeş" diyebildi. Aklına saate bakmak geldi. Saat 22.00 olmuştu. 4 saat sonra uçak kalkacaktı ve 2 saat içerisinde Yunus'un havalimanında olması gerekiyordu. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup eve geçti. Şimdi sıra eviyle vedalaşmaktaydı.

Önce tüm odaları tek tek dolaşıp hepsinin fotoğrafını çekti; evini unutmak istemiyordu. Mutfakta bir sigara yaktı ve hızlı nefeslerle sigarayı tüketti. Ardından su kaynatıp bir kahve yaptı, balkona çıktı. Saat 22.45 olmuştu. Mahalleyi izleyerek kahve eşliğinde bir sigara daha içti ve veda etmenin o buruk tadını hissetti. Sigara da, kahve de, balkon da veda kokuyordu. Hiç kimsen olmasa da alışılmışlığı terk etmek bu kadar zordur işte. Yunus da zorlandığını şimdi fark etmişti. Sigarası bitti.

Komşuları Hanife'ye çıkarak anahtarı teslim etti ve bir yıl Amerika'da olacağını anlattı. Hanife şaşırıp Yunus'u soru yağmuruna tutsa da Yunus zamanının olmadığını ve aceleyle gitmesi gerektiğini söyledi. Aidatları ödemesi için de bir yıllık para bırakıp Hanife'nin elini öperek binadan çıktı. Çağırdığı taksi kapıda kendisini bekliyordu.

Havalimanına varana dek şehri izledi. Kafası karışmıştı ve tam olarak gitmek istemiyordu artık. Yine de taksi dış hatlar gidiş kapısının önünde durunca istemsizce içeriye girdi. Kontrolden geçtikten sonra valizlerini vereceği gişeyi bulup sıraya girdi. Önünde bir çift vardı. Sıra kendisine geldiğinde bagajını teslim etti ve görevlinin sorduğu ritüel sorulara ilk defa karşılaştığı için heyecanlanıp kekeleyerek cevap verdi. Bagaj banttan gitmeye başladı ve Yunus da artık gideceğinin ciddiyetini kavradı. Saate baktı, saat 00:30'du. Ankara'da son bir buçuk saati kalmıştı.

Elinde boarding card ve el çantası olduğu halde dışarıya çıkıp sigara içmeye karar verdi. Esenboğa Havalimanı'nın o keskin ayazında sigarayı zor bitirdi. Otomatta sıradan bir kahveye 5 lira vermek ne kadar garibine de gitse bir kahve daha içti. Heyecan iyice bastırmıştı. Heyecanın etkisiyle kahveyi içtikten sonra kendisini tuvalete zor attı ve çıktığında kendi uçağının anonsunu duydu. Pasaport kontrolü için beklerken son bir kez arkasına baktı ama dışarıyı göremedi.

Uçağa binmeden önceki kontrolden geçtikten sonra uçağa doğru yürürken bayılacak gibi oldu ama durmadı. Çok gergin olduğundan yerine oturur oturmaz uyumaya başladı. Kendisi bu anı daha sonra "bayıldım" diye anlatacaktı.

Etiketler , , , , , | Yorum Yok

Ankara Sıkılmışlığı XI

Bugün Yunus işe başlayalı tam bir sene olmuştu. Bankada 20 bin liraya yakın birikmişi vardı. Ceyda'nın izini bir süre sürmüş ama ona ulaşamayınca umudunu tamamen yitirmişti. Bugün Alper ile konuşup işten ayrılacaktı. Evi ve arabayı satarak Amerika'ya gidecek, hayatını orada sürdürecekti. Ankara'da sıkılmışlığın dibine vurduğundan yeni maceralar arıyor, korktuğu halde yine de heyecandan geceleri uyuyamıyordu bu kararı aldığından beri.

Büroya geldiğinde Alper yoktu. Odasına girip çaycıyı çağırdı. Alper'i sordu ama o da bilmediğini söyledi. Yunus internete girip evi ve arabasını satılığa çıkarttı. Önceden çektiği fotoğrafları bilgisayara yüklerken de bol bol iç geçirdi. Ankara onu boğmuş, yalnız bırakmış ve mutsuz etmişti. Bir ajansla görüşüp dil kursu için gerekli parayı çoktan yatırmış ve pasaport-vize işlemlerini tamamlamıştı. 1 sene boyunca bir yurtta kalacak ve İngilizce öğrenecekti. O sırada da bulabilirse bir Amerikalı ile evlenip orada kalacak ya da kaçak bir şekilde yakalanana kadar yaşamaya devam edecekti. Elindeki parayla 5 yıl boyunca sıkıntısız bir şekilde Amerika'da yaşayabileceğini tahmin ediyor ve o 5 yıl boyunca da orada kalabilmek için gerekli yasal prosedürleri bir şekilde yerine getireceğine inanıyordu.

Akşam üstü Alper büroya geldi. Yunus tüm cesaretini toplayıp Alper'in odasına gitti ve niyetini bir çırpıda anlattı. Yunus'un hiç beklemediği şekilde Alper tüm anlatılanları dinledi ve büyük bir olgunlukla karşıladı. Konunun önemli olduğunu, akşam beraber yemek yerken daha detaylı konuşmak istediğini belirtti. Yunus itiraz etmedi ve mesai bitimine kadar odasında Alper ile çıkacakları yemeği bekledi.

***
Akşam olduğunda Alper'le beraber Tavacı Recep Usta'ya gittiler. Yemekte her ne kadar Yunus konuyu açmaya çalışsa da Alper "Dur hele, daha gece bitmedi" diye konuyu kapatıyordu. Yemeği yedikten sonra Çankaya'da lüks bir meyhaneye gidip oturdular. Alper bir büyük rakı söyleyip konuyu açtı:

- Ee anlat bakalım Yunus bey, nereden çıktı bu Amerika sevdası?
- Yani bilmiyorum Alper, gitmek istiyorum sadece; sıkıldım.
- Yav gardaşım hele iki duble parlatalım sonra devam ederiz olmaz mı?

diyerek yine konuşmayı erteledi. Yunus üstelemeden rakı içmeye koyuldu. Artık rakının etkisi iyice arttığında Alper konuyu tekrar açtı ve Yunus'a işi bırakmaması gerektiğini telkin etmeye başladı. Amerika'daki dil kursunun masrafları dahil olmak üzere 1 yıllık paralı izin vermeye hazır olduğunu, geldiğinde de işine devam edebileceğini teklif etti. Eğer dönmek istemezse de hava hoştu, orada kalabilirdi. Teklif Yunus'a oldukça makûl geldi ve bu teklifi kabul etti.

İçkilerini bitirdikten sonra Alper Yunus'u evine bıraktı ve Yunus da keyifli olmanın getirdiği aşırı sarhoşlukla yatağa bile ulaşamadan salonda sızdı. 

Sabah uyandığında saat 11 olmuştu ve telefonunda birçok cevapsız arama vardı .Telefonlar ev ve araba için olmalıydı. Yunus son bir kez Alper'i arayıp telefonu kapatmaya karar verdi. Bir hafta sonra Amerika'ya uçuyordu ve gereksiz aramalarla ya da başka şeylerle canını sıkmak istemiyordu. Alper'le konuştuktan sonra gerçekten telefonunu kapattı ve yolculuk hazırlıklarına başladı.

Arabasına atlayıp alışverişe çıktığında aklında şu soru vardı:

- Bir insan yurt dışına giderken ne alışveriş yapar ki? Gittiğim en uzak yer Erzincan'dı.

Etiketler , , , , , | Yorum Yok

Ankara Sıkılmışlığı X

"İşe yaramaz herifin tekiyim ben. Ne ana babama faydam oldu ne de kendimi adam edebildim. Kendimi bildim bileli asalak gibi yaşıyorum. Önce baba parası yedim, şimdi de hiç iş yapmadan Alper'in parasını yiyorum. Ne biçim hayat ulan bu? Hiç kız arkadaşım olmadı, hiç benden hoşlanan olmadı ve ben de hiç aşık olmadım. Bu ne lan böyle?

Şuna bak... Üzerimde pahalı bir takım elbise ve bir masanın başında oturmuş internette salak gibi Ceyda'yı arıyorum. Amacım ne? Ceyda'ya aşık mı oldum bana telefon etti diye? Aşk ne ki? Yanımda birinin olmasını istemem ve hayatı paylaşabileceğim bir can yoldaşı aramam aşk mı? Herkesin bir eşi var, yoldaşı var ben niye yalnızım? Hadi onu da geçtim, benim yaşam amacım ne? Neden yaşıyorum ulan ben?

Tövbe estağfurullah. Salak salak konuşuyorum işte. Her şey yolunda lan. Benim yerimde olmak isteyen kaç kişi var ama yine de ölsem cenazeme gelecek adam yok be Alper'den başka.

Ne kötü olurdu be. Gece yatıyorum sabah kalkamıyorum; ölmüşüm. Yataktayım ama ölüyüm. Öğlene doğru Alper arar herhalde nerde kaldın diye ama telefonu açmayınca çok üstelemez. Akşama doğru bir daha arar ama açmayınca yine fazla umursamaz. Alper'e ne ki zaten? Adam evli, işi başından aşkın; benimle uğraşacak hali yok ya. Yine de iki-üç gün telefona yanıt vermeyince herhalde eve gelir. Huyunu bilirim Alper'in, mutlaka önce arabamı kontrol eder evde miyim diye. Sonra da gelir kapıya dayanır ayı gibi zile abanır. Baktı açmıyorum, yumruklar kapıyı ve kimsenin rahatsız olacağını düşünmeden binanın içerisinde koparır yaygarayı kapıyı aç diye. E ama kim açabilir ki kapıyı? Öldüm ben.

Polis falan çağırmaz Alper, cins adamdır. Kesin bir anahtarcı çağırıp girer içeriye. Salonda falan beni bulamayınca yatak odasına gelip görür beni. Morarmışım iyice, kalp krizi öyle yaparmış ya. Kalp krizinden niye öldüysem? Ama gecenin bir köründe insan başka neden ölür? Kalp krizinden öldüm işte. Önce şaşırır, sonra kesin paniğe kapılıp evden çıkar. Polisi arar ve zabıt tutturur.

Selâmı okur camii imamı bir gün sonra. "İkindi namazını müteakiben mahallemiz sakinlerinden Hasan Ali oğlu Yunus'un cenazesi Karşıyaka'da defnedilecektir.". Ulan ne çirkin şey şu ölmek. Cenazemi yıkamaya dayım da girer bence. Zaten Alper, dayım, halalarım gelir cenazeme. Kuzenler falan da gelse 10 kişiyi bulur. Bizim bir günlük saltanatımız 10 kişiye olacak demek ki. Harbiden ne sıkıcıymış lan ölmek.

Kara toprağa, annemin yanına gömerler. Cenaze masraflarını da Alper karşılar herhalde.Yine de sıkıcı ölmek. Neyse sıkıntı bastı içimi. Başka şeyler düşüneyim. Ceyda'yı düşüneyim, evet. Nerede bulurum ki ben bu kızı?" diye düşünmeye devam ederken kapı çaldı ve çaycı girdi içeriye. "Yunus abi çay içer misin?" dedi ve masanın üzerine bıraktı çayı. Yunus kafasıyla teşekkür edip koltuğuna yaslandı, dakikalarca çayını karıştırıp düşünmeye devam etti. Ne kadar da sıkıcıydı.

Etiketler , , , , , | Yorum Yok