Archive for Mayıs 2014

Kent Bana Yabancı

Kızgın asfaltın üzerinde dörtlülerini yakmış bir araba ve arabanın içerisinde öğlen sıcağına küfrederek sigara içen bir adam. Beklediği her neyse hiç gelmeyecek sanki, suratında öyle bir öfke.

Darmadağın saçlarına vurdumduymazlık işlemiş ve kulaklığında çalan şarkıya aldırmayan bir kız. Yürüdüğü yolun sonunun nereye varacağını hiç bilmiyor sanki, suratında öyle bir tanımsızlık.

Ben ise beynimin içerisinde çalan bir Azer Bülbül şarkısına hapsolmuşum; başaramadım. Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, 30 yıldır yağmur yağmamış ve bir 30 yıl daha yağmayacak gibi bir gökyüzü. Sahi, kaç kere yağmur yağmalı ekinlerin yetişmesi için? Peki, ne kadar yakmalı güneş yeşil ekinleri kurumaları için?

Sola dönüyorum, esnaf dükkan önünde tavla oynuyor; "Ulan, o zar atılır mı be! Hiç mi insafın yok senin?". Ah be dayı, zar bile artık kemik değil plastik; kime neyi anlatıyorsun? Soğuk su 50 kuruş, saat 15.42. Başka bir esnaf yola su serpiyor; fakat kimsenin umurunda değil. Dolmuş şoförü bitkin, kolunu camdan sarkıtmış ağır ağır ilerlerken yoldan müşteri toplama derdinde.

Ben ise amaçsız yürüyorum; ağaçlar yeşil, gökyüzü mavi, asfalt kara, sıcak renksiz, kent bana yabancı. Peki ya hafızam yanılıyor olamaz mı? Burada çocukken de yürümüştüm ben oysa. Karşı asfaltta bir çift yürüyor; ilk buluşmalarının heyecanı yüzlerine yansımış. Oğlan gürbüz, kız biraz utangaç ama yaşlı teyze umursamaz; elindeki poşetin ağırlığından başka duyumsadığı hiçbir şey yok.

Ben ise yürümeye devam ediyorum; ağır abi raconuyla yürüyen iki delikanlı omuz vursalar beni devirecekler. Yürekleri kocaman ikisinin de; yıkamayacakları adam, bükemeyecekleri bilek yok. Yine de bir durağanlık çökmüş her yana, delikanlıların cakaları boşa. Camiden çıkan ihtiyar Tanrı'ya şükrediyor; ömrü olmuş 70.

Ben ise oturuyorum bir gölgeliğe; kent bana yabancı. Sigaranın dumanı gözümü yakıyor, kendimle dalaşıyorum, kendime yeniliyorum ama galip benim. Kent bana yabancı ama yine de gidemiyorum. Gölge güzel ama çay yok. Kent bana hala yabancı, fakat duyan yok. Kent, sıkıcı. Ben ise ıslık çalıp uzaklaşıyorum.

Etiketler , , , , , | Yorum Yok

10 Yaşında Bir Çocuk

10 yaşında bir çocuk, kıpır kıpır. Berberden çıkıp eve dönerken arabaların camlarından yansıyan görüntüsüne hayran kalıp bir hevesle eve geliyor. İstediği çok bir şey yok; annesi yeni kestirdiği saçlarını beğensin, babası da "ne de yakışıklısın be oğlum" desin istiyor. 10 yaşında bir çocuk, içi dışı bir. Kimsenin umurunda değil ama karşıdan karşıya geçerken önce soluna, sonra sağına sonra tekrar soluna bakıyor. Meselesi soldan gelen telaşlı arabanın altında kalmamak değil, kurallara uyuyor diye takdir edilmek istiyor.

10 yaşında bir çocuk, hem annesine hem babasına benziyor. Mahalle berberine ilk kez gitmiş, içi titriyor sevinçten. Annesi beğeniyor saçlarını, babası başını okşayıp öpüyor. 10 yaşında bir çocuk, mutlu. Ekmek istiyor annesi, koşarak gidiyor bakkala. "Bakkal amca, 2 ekmek bir kısa Tekel 2000, paranın üzerine de iki sakız" diyor, alıyor. 10 yaşında bir çocuk, gecekondu mahallesinde tek başına yürüyor. Sokakta köpekler mutlu, plastik toplar uçuşkan, kızlar beş taşçı, gençler atılgan.

10 yaşında bir çocuk, haberi yok arabeskten. Barış Manço seviyor 7'den 77'ye ve biliyor adam olacak. Taze ekmeğin ucundan kırpıp yiyor biraz, tadına doyamıyor bir kırpık daha alıyor. Kırpık ekmekle beraber sıcacık mercimek çorbası içiyorlar. Annesi, babası ve çocuk; toklar. Haberlerden sonra iki bardak tavşan kanı çay, bir bardak portakal aromalı gazoz geliyor, içiyorlar. 10 yaşında bir çocuk, haberleri anlamıyor.

Elektrikler kesiliyor, sular tankerle geliyor mahalleye ve televizyon çekmiyor. 10 yaşında bir çocuk, mahalle takımının yedek kalecisi. Kimisi Aykut, kimisi Oğuz, kimisi kendisi ama hepsi iyi futbolcu. Top taşın üstünden uçuyor "Direk lan valla direk" diyor mahalle takımının yedek kalecisi. 10 yaşında bir çocuk, doğru söylediğine inandıramıyor. "Gol ulan işte, boru gibi gol".

27 yaşında bir adam, neyin ne olduğunu biliyor. Zor uyanmış hayata, canhıraş üzerini giyiniyor. Sokak sarı, hava gri, anne-baba uykuda ve 10 yaşında bir çocuk yok. Günün ilk sigarası acı, kahvesi şekersiz, apartman rutubet kokulu. 27 yaşında bir adam, hayatını tüketmek için bir adım daha atıyor. Sağına soluna bakmadan karşıya geçiyor, ne ölüm ne de takdir edilmek umurunda.

27 yaşında bir adam, hiç mutlu değil. Şurada gol yememiş, orada misket oynamamış, şu gecekondunun çamuruna bulaşmamış, hiç şeker toplamamış, mantar tabancası sıkmamış, leblebi tozu yutmamış ve hiç çocuk olmamış. 27 yaşında bir adam, kararsız. Bir var mıymış yoksa yok muymuş? Bir yokmuş. Sanırım.

- Bakkal, bir Tekel 2000 versene.

Yorum Yok