Kararsızlık Manifestosu

Bir bozkır türküsü süzülüyor semaya benzeyen bozkırlarda. Notası yok türkünün, okuma yazma da bilmez ama yüreğimden vurur nedense. Tanışmış olmalıyız bir yerlerden, bir şeyler fısıldamış olmalı kulağıma daha önceleri. Çıkaramadım ve fakat çıkaramıyorum.

Bu kaçıncı yarım kalan öyküyü tamamlama çabası çözebilmiş değilim. Çözmek de istemiyorum. Hep mutluluk arefesinde yaşayıp bayrama kavuşamama burukluğunda geçen ömrümün bir köşesinde bir bozkır türküsü çalıyor; bir bozlak olmalı. Bu bozlak ne Kızılırmak gibi dökülüp gidiyor ne de Tuz Gölü gibi donup kalıyor. Kararsızlığın şeceresini çıkartsam bundan daha kararsız bir durum ortaya çıkaramam sanırım.

Sıkılmışlığın tarihini yazarken okuduğum hikayelerin etkisinden olsa gerek, Ankara'yı sevmiyorum artık. Bir şehirle bütünleşmeye çalışıp hem ona aykırı kalmayı hem de ondan uzaklaşamamayı başarabilen bir ruh halim mevcut. Mevcudiyetimin ve istikbâlimin yegâne temeli şu ikisiymiş gibi yaşıyorum: sıkılmışlık ve kararsızlık.

Ne geçen yılların kattığı olgunluk ne de yaşanmışlıkların kazandırdığı trajıkomiklik beni bir amaca yöneltmiyor. Bir of çeksem karşı dağlar mı yıkılır yoksa rüzgar fırtınaya mı dönüşür? Bilmiyorum ki. Acemi bir şairin ilk mısrası gibi hevesliyim bazen ama bazen de kaşar bir taksi şoförünün umursamazlığıyla yaşıyorum. Hep ama hep kararsızlık.

Herhangi bir içki masasında derin olduğuna inanılan fakat duyan ayıkların tek kelâm anlamayacağı münakaşalar gibi bir hayat yaşamak zor değil. Buna heves etmek ise başlı başına bir sorun ve içinden çıkılmazlık durumu zira ben çıkamıyorum.

Bir romanın son sözü mü yoksa bir şiirin ilk mısrası mı olmak istersin diye sorsalar yine kararsız kalırım. Sen karar verebilir misin sanki? Bu yazıyı okuyorsan zaten akli melaikelerin benimkinden ya hallicedir ya da daha beterdir; öyle değil mi? Yalnızlığın tüm asimetrik çizgileriyle donatılan yaşantılarımıza Nietzsche kadar anlam yükleyememektir belki de tek karın ağrımız ve kararsızlığımız.

Bilip bilmeden yaşamanın keyfiyetsizliğiyle donatılmış buruk arnavut kaldırımlarında Necip Fazıl gibi kadın bacaklarına şiirler yazmak varken bir sayfa deli saçması savurmak da neyin nesi? Oysa...


Yorum Yaz