Ankara Sıkılmışlığı II



Bilgisayar başında sıkılıp, televizyonda da bir şey bulamayan Yunus Geldigeçti Sokak’tan yola koyulup yürüyüşe çıktı. Bir-iki çocuğun oynadığı ufak mahalle parkından geçip ana caddeye varınca oradaki bir taşa oturup bir sigara yaktı. Münevver Abla’daki düşünememezlik hali sanki Yunus’ta hep vardı. Gözleri boşluğa bakar, halinden ne düşündüğü ya da umut ettiği asla kestirilemezdi. Hafiften seyrelmeye başlamış saçlarını nikotin kokulu elleriyle sıvazlayarak ana caddeden aşağıya, Kızılay’a doğru yürümeye başladı. Ne yapacağına dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Askerden döndükten sonra çoğu arkadaşı evlenmiş, aile hayatı kurmuş ve bu da Yunus’u yalnızlığa itmişti. Arkadaşları düzenli hayatlar kurarken kendisinin otuz yaşına merdiven dayamış işsiz ve mutsuz hali gözlerinin boşluğa bakmasının nedeniydi aslında.

 Mutsuzluk ve umutsuzluğuna çare bulamayacağını bile bile yürüyerek Kızılay’a vardı. İzmir Caddesi’nde döner kokularının üzerine sindiği banklardan birine oturup gri güvercinlere bakarak bir sigara daha yaktı. Ağır ağır ama dumanı hiç zayi etmeden içerken sigarasını karşıdan gülümseyerek gelen birini fark etti. Eski sınıf ve sıra arkadaşı Alper’di gelen. Doğruldu, yalancı bir gülümseme takındı ve “Vay Alper! Kardeşim! La ne işin var oğlum burda, takıma da bak amma kıyak olmuşsun lan” dedi. Tüm haşarılıkları beraber yaptıkları, simit bölüşüp aynı kıza aşık oldukları sıra arkadaşı Alper... Sanki tüm bunlar yaşanmamış gibiydi. Yunus’un yüzüne takındığı yalancı gülümseme, hayatın kendisini yaşanmışlıklardan ne kadar uzaklaştırdığının kanıtıymış gibi geldi o an. “Ulan Yunus, yaşlanmışsın” dedi Alper, Yunus’u omuzlarından tutup silkelerken. Yunus tam da eski arkadaşını çaya davet etmeye niyetlenirken Alper Yunus’un bu düşüncesini yarıda kesip “Kardeş işim çok acele, bak sana kartımı veriyorum en kısa zamanda çayımı içmeye gel. Görüşürüz, unutma ha gelmeyi!” dedi ve koşaradım oradan uzaklaştı.

Elinde kartvizit ile öyle kalakaldı Yunus ayakta. Sigarası parmağını yakmasa günlerce orada heykel gibi dikilip durabilirdi. Kalabalığa aldırmadan kuru sıcağın kavurduğu kaldırımlardan bilinçsizce Ankara’nın başka sokaklarına savruluyordu şimdi de. Zihninin içerisinde kaybolmaya meyilli binlerce umut gibi o da Ankara sokaklarında kaybolmaya meyilliydi. Önce kalabalıkları aştı, Opera’nın az ötesindeki köprünün altından geçerken de yalnızlıktan ürktü. Bir zamanlar Ankara’nın en kalabalık olan yerleri şimdi bomboştu. Gençlik Parkı’na doğru insanlar çoğalmaya başlayınca kalabalık onu içerisine çekti ve kendisini Ulus Meydanı’nın Atatürk heykeli dibinde simit yerken buldu. Son zamanlarda Ankara’da hayata dair aldığı en büyük haz bu gevrek, kara ve kuru simidi yemekti. 

Simidi yedikten sonra Ankara’nın eski kalbini dinledi saatlerce. Eski meclis, Atatürk Heykeli, birazcık Ankara Kalesi. Kalabalıklar kaldırımları aşındırırken Yunus bir pakete yakın sigarayı tüttürmüştü bile. Düşünmenin ve kalabalığı izlemenin verdiği yorgunlukla evine doğru yola koyuldu. Umutları tükenmiş, gelecek planları tutmamış, yüzündeki o boş ifadeyle bir saate yakın yürüdü evine varabilmek için.
Kapıyı açtığında “Hasan Ali?” dedi annesi. Seslenmedi önce ama annesinin uyukladığını anlayıp uyanmasını sağlamak amacıyla cılız bir “Benim” döküldü dudaklarından. Hiç konuşmadan odasına geçip üstünü değiştirdi. Münevver Abla da uzandığı kanepenin üzerinde doğrularak oğlunun odasından çıkmasını beklemeye koyuldu. Yunus annesinin kendini beklediğini bilerek ağırdan alıyordu odadan çıkmayı. Fakat sonra fikir değiştirip bir an önce odadan çıkıp annesinin ahiret azabı gibi sorularından kurtulmak amacıyla acele etti. Yunus’un odadan çıkmasını hazır kıta bekleyen Münevver Abla:

-          Ne yaptın oğlum? İş bulabildin mi bari bugün? Bak bizim eski gecekondudan komşu Necmiye teyzen geldi. Oğlu bi süpermarketin müdürümüymüş neymiş. Rica ediverdim kendisinden bizim Yunus için sizin oğlana rica et de bir iş ayarlasın dedim. Çok da üstelemedim ama zaten işçi arıyorlarmış, öyle dedi Necmiye. Sigorta veriyorlarmış, dükkan da zaten çok uzak değil yürüyerek gidip gelirsin. Yemekle yol parası da varmış bi de, öyle dedi. Yol parası da hem sana kalır, cebinde sigara parası olur. Ne dersin güzel oğlum? Bak he dersen telefon etçem Necmiye’ye.

diye girişti lafa. Yunus önce hiç seslenmedi, derin bir nefes çekti içine. Sonra da annesi ofladığını düşünmesin diye elleriyle pijamasını çekiştirip bir yandan da koltukta kendini düzeltti. Kuracağı cümleyi de düşündü bu arada ama “Yok ana” diyebildi sadece. Münevver Abla “Ne yok?” deyince “İş de yok o karının oğluna da yok. Ben böyle iyiyim” dedi. Münevver Abla hiç ses etmeden kalkıp mutfağa gitti. Oğlu duymasın diye başörtüsünü ağzına bastırıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Oğlunun bu umursamazlığına olan siniri yatışınca hem ağlamayı kesti hem de Hasan Ali geldi gözünün önüne. “Avrat, elleme oğlana” derdi hep. Kahırlıca gülümsedi kendi kendine.

Etiketler: , , , , .

Yorum Yaz