Bilgisayar başında sıkılıp, televizyonda da bir şey
bulamayan Yunus Geldigeçti Sokak’tan yola koyulup yürüyüşe çıktı. Bir-iki
çocuğun oynadığı ufak mahalle parkından geçip ana caddeye varınca oradaki bir
taşa oturup bir sigara yaktı. Münevver Abla’daki düşünememezlik hali sanki
Yunus’ta hep vardı. Gözleri boşluğa bakar, halinden ne düşündüğü ya da umut
ettiği asla kestirilemezdi. Hafiften seyrelmeye başlamış saçlarını nikotin
kokulu elleriyle sıvazlayarak ana caddeden aşağıya, Kızılay’a doğru yürümeye
başladı. Ne yapacağına dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Askerden döndükten
sonra çoğu arkadaşı evlenmiş, aile hayatı kurmuş ve bu da Yunus’u yalnızlığa
itmişti. Arkadaşları düzenli hayatlar kurarken kendisinin otuz yaşına merdiven
dayamış işsiz ve mutsuz hali gözlerinin boşluğa bakmasının nedeniydi aslında.
Mutsuzluk ve
umutsuzluğuna çare bulamayacağını bile bile yürüyerek Kızılay’a vardı. İzmir
Caddesi’nde döner kokularının üzerine sindiği banklardan birine oturup gri
güvercinlere bakarak bir sigara daha yaktı. Ağır ağır ama dumanı hiç zayi
etmeden içerken sigarasını karşıdan gülümseyerek gelen birini fark etti. Eski
sınıf ve sıra arkadaşı Alper’di gelen. Doğruldu, yalancı bir gülümseme takındı
ve “Vay Alper! Kardeşim! La ne işin var oğlum burda, takıma da bak amma kıyak
olmuşsun lan” dedi. Tüm haşarılıkları beraber yaptıkları, simit bölüşüp aynı
kıza aşık oldukları sıra arkadaşı Alper... Sanki tüm bunlar yaşanmamış gibiydi.
Yunus’un yüzüne takındığı yalancı gülümseme, hayatın kendisini yaşanmışlıklardan
ne kadar uzaklaştırdığının kanıtıymış gibi geldi o an. “Ulan Yunus,
yaşlanmışsın” dedi Alper, Yunus’u omuzlarından tutup silkelerken. Yunus tam da
eski arkadaşını çaya davet etmeye niyetlenirken Alper Yunus’un bu düşüncesini
yarıda kesip “Kardeş işim çok acele, bak sana kartımı veriyorum en kısa zamanda
çayımı içmeye gel. Görüşürüz, unutma ha gelmeyi!” dedi ve koşaradım oradan
uzaklaştı.
Elinde kartvizit ile öyle kalakaldı Yunus ayakta.
Sigarası parmağını yakmasa günlerce orada heykel gibi dikilip durabilirdi.
Kalabalığa aldırmadan kuru sıcağın kavurduğu kaldırımlardan bilinçsizce
Ankara’nın başka sokaklarına savruluyordu şimdi de. Zihninin içerisinde
kaybolmaya meyilli binlerce umut gibi o da Ankara sokaklarında kaybolmaya
meyilliydi. Önce kalabalıkları aştı, Opera’nın az ötesindeki köprünün altından
geçerken de yalnızlıktan ürktü. Bir zamanlar Ankara’nın en kalabalık olan
yerleri şimdi bomboştu. Gençlik Parkı’na doğru insanlar çoğalmaya başlayınca
kalabalık onu içerisine çekti ve kendisini Ulus Meydanı’nın Atatürk heykeli
dibinde simit yerken buldu. Son zamanlarda Ankara’da hayata dair aldığı en
büyük haz bu gevrek, kara ve kuru simidi yemekti.
Simidi yedikten sonra Ankara’nın eski kalbini dinledi
saatlerce. Eski meclis, Atatürk Heykeli, birazcık Ankara Kalesi. Kalabalıklar
kaldırımları aşındırırken Yunus bir pakete yakın sigarayı tüttürmüştü bile. Düşünmenin
ve kalabalığı izlemenin verdiği yorgunlukla evine doğru yola koyuldu. Umutları
tükenmiş, gelecek planları tutmamış, yüzündeki o boş ifadeyle bir saate yakın
yürüdü evine varabilmek için.
Kapıyı açtığında “Hasan Ali?” dedi annesi. Seslenmedi
önce ama annesinin uyukladığını anlayıp uyanmasını sağlamak amacıyla cılız bir
“Benim” döküldü dudaklarından. Hiç konuşmadan odasına geçip üstünü değiştirdi.
Münevver Abla da uzandığı kanepenin üzerinde doğrularak oğlunun odasından
çıkmasını beklemeye koyuldu. Yunus annesinin kendini beklediğini bilerek
ağırdan alıyordu odadan çıkmayı. Fakat sonra fikir değiştirip bir an önce
odadan çıkıp annesinin ahiret azabı gibi sorularından kurtulmak amacıyla acele
etti. Yunus’un odadan çıkmasını hazır kıta bekleyen Münevver Abla:
-
Ne yaptın oğlum? İş bulabildin mi bari bugün? Bak bizim
eski gecekondudan komşu Necmiye teyzen geldi. Oğlu bi süpermarketin
müdürümüymüş neymiş. Rica ediverdim kendisinden bizim Yunus için sizin oğlana
rica et de bir iş ayarlasın dedim. Çok da üstelemedim ama zaten işçi
arıyorlarmış, öyle dedi Necmiye. Sigorta veriyorlarmış, dükkan da zaten çok
uzak değil yürüyerek gidip gelirsin. Yemekle yol parası da varmış bi de, öyle
dedi. Yol parası da hem sana kalır, cebinde sigara parası olur. Ne dersin güzel
oğlum? Bak he dersen telefon etçem Necmiye’ye.
diye girişti
lafa. Yunus önce hiç seslenmedi, derin bir nefes çekti içine. Sonra da annesi
ofladığını düşünmesin diye elleriyle pijamasını çekiştirip bir yandan da
koltukta kendini düzeltti. Kuracağı cümleyi de düşündü bu arada ama “Yok ana”
diyebildi sadece. Münevver Abla “Ne yok?” deyince “İş de yok o karının oğluna
da yok. Ben böyle iyiyim” dedi. Münevver Abla hiç ses etmeden kalkıp mutfağa
gitti. Oğlu duymasın diye başörtüsünü ağzına bastırıp hıçkıra hıçkıra ağladı.
Oğlunun bu umursamazlığına olan siniri yatışınca hem ağlamayı kesti hem de
Hasan Ali geldi gözünün önüne. “Avrat, elleme oğlana” derdi hep. Kahırlıca
gülümsedi kendi kendine.