Ankara Sıkılmışlığı V

"Bir yerim ağrımaz görmez, niye beni hastahaneye kaldırdılar ki? Yok bir şeyim benim, iyiyim. Zaten şu hastahane kokusu insanı hasta değilse de hasta eder. Yanımdaki kadın da durmadan inliyor. Boynum tutuldu herhalde ki kafamı çevirip bakamıyorum. Birisi gelse de şöyle bir sağıma dönüp güzelce yatsam. Hep tavana bakılmaz ki.

Babamın evi ne güzeldi değil mi kız Münevver? Çok yokluk çekerdik ama akşam yemeğinde bacılarım, gardaşlarım hepimiz otururduk yanyana. Hem de aynı tabaktaki pilava hep beraber kaşık sallardık. Ah, ne güzeldi o günler. Babamın keyfi olursa bir de yemekten sonra türkü tuttururdu hatırlıyorsun değil mi? Hatırlamaz olur muyum, unutamıyorum ki hiç.

Hasan Alimi de unutmam hiç. Nasıl unutayım hem? Memur diye vardırdıydı babam beni ona. Ne de güzel baktı bana. Kızardı bazen ama kıyamazdı hiç bana, zaten fiske bile vurmadı. Şehir şehir dolanıp da Ankara'ya vardığımızda Yunusum daha 6 yaşındaydı. Korkardı Hasan Alim Yunusumun ayağına taş değecek diye. Hele Yunusumun okuldaki ilk gününü de hiç unutmam. Ağlamadıydı annesinin koçu. İğneden falan da korkmazdı, okul tatil diye sevinirdi aşı olunca.

Şu hastalık geçse de kalksam gitsem evime. Ne illet şeymiş, yattım kaldım yatakta kaç gündür. Hiçbir şeyim yok, biliyorum. İşte, Yunusum da geldi. Gel oğlum, gel canımın özü. Oğlum? Bakma bana öyle evladım, iyiyim ben. Kalkarım yakında ayağa. Duymuyor musun beni? Oğlum? Herhalde sesim de kısılmış ki duymuyor beni. Duyuyorum oğlum ben seni. Ben de seni seviyorum annem, canım oğlum. Eşek sıpasısın ama yine de hasta olmasam konuşmazsın böyle.

Yunus? Baban değil mi oğlum şu? Hasan Ali? Baba, sen nasıl geldin? Bey, babamla mı geldiniz? Kim söyledi size, Yunus mu? Yunus öpsene yavrum babanın elini. Bak deden de burda. Sen hiç görmemiştin değil mi dedeni? Al işte deden sana. Aaa bak anneannen de geldi. Anne? Ne gerek vardı geldiniz cümleten? Beni götürmeye mi geldiniz? Yok anam, gelemem ki ben. Yürüyemiyorum ki zaten, hastayım. Hem Yunusumu nasıl bırakayım? Daha işi gücü bile yok, mürüvvetini de göremedim. Konuşsana Hasan Ali, bana bırakmadın mı sen evladımızı? Onu evermeden nasıl geleyim sizinle. Oraya alışamam ki ben zaten, yok yok iyiyim ben burada. Sen de bir şey söylesene baba. Kıyamazsın sen bana, götürmeyin beni. Bak iyileştim zaten hemen, ayağa kalkabiliyorum. Ayaklarımın üzerindeyim işte, bakın kollarım da kalkıyor. Başımı da sağa sola çevirebiliyorum. Gel baba sarılayım sana, sana da Hasan Alim, sana da annem. Sarılayım yolculayayım sizi, gidin siz. Benim işim var daha. Yunusumu evermem lazım. Haydi gidelim, kapıya kadar geçireyim sizi"

Ve o anda bağlı olduğu makine kalp atışlarının durduğunun haberini veren feryadı koparıverdi. Yunus önce kısa bir şok yaşadı, sonra anne diye var gücüyle bağırdı. Doktorlar koştular, fakat Münevver Abla ikinci kez felç geçirmiş ve hayata gözlerini yummuştu. Yunus'a felcin deprem gibi olduğunu ve artçılarının olabileceğini söylemişlerdi zaten ama Yunus hala buna inanamıyordu. Sağa sola koştu, bir şeyler yapın diye doktorlara yalvardı. Çare bulamadı. Hastahane koridoruna yığılıp orada ellerini başının arasına alıp yarı baygın vaziyette kalakaldı. Önce Hanife geldi, sonra teyzesi, dayısı, amcası ama ne hiçbirini duyuyor ne de duymak istiyordu Yunus. Tek istediği bayılmadan koridorları geçip bahçede sigara içmekti. Bayılmadı ama koridorlardan hayalet gibi geçip arka arkaya saymadığı kadar çok sigara içti.

Film bitmişti sanki Yunus için, kötü bir yönetmenin yönettiği vasat bir filmin son sahnesinde gibiydi. Güneş doğmaya yakındı, tan yeri ağarıyordu. Oturduğu bankın üzerinde bayıldı Yunus; uyandığında son hatırladığı güneşin doğduğu olacaktı.

Etiketler: , , , , , .

Yorum Yaz