Ankara Sıkılmışlığı VI

Münevver Abla'nın ölümünün üzerinden 3 ay geçmişti. Yunus tam bir sefalet içerisinde yaşıyordu. Sipariş edilmiş yemek artıkları, boş şişeler, toz evin içerisinde ve saç ile sakal Yunus'un sıfatında birbirine karışmıştı.

Annesinin ölümünün üzerine Yunus hayat ile olan tüm bağlarını kopartmıştı. Evden çıkmamak mümkün olsa hiç çıkmazdı ve zaten bunu minimuma indirmişti. Karton karton sigara, kasa kasa bira alıyor ve alışverişini de tek seferde toplu bir şekilde yapıyordu. Ev, kendisini kapattığı bir hapishaneye dönüşmüştü. Bir ay süren taziye ziyaretleri ve telefonlarından sonra zaten hiç arayan soranı da olmamıştı. Bu duruma hiç aldırmıyordu Yunus; hatta öyle ki böyle bir şeyi düşünmek bile aklının ucundan geçmiyordu.

Annesinin bankada biriktirdiği para bitmişti. Yunus bunu da hiç düşünmüyordu ve tembellik her yanına sinmişti. Oblomov'u tanımıyordu ama tembellik yarışması düzenlense Oblomov'u bile yenebilirdi.Televizyon yine tüm gece açık kalmış ve televizyondaki aptalca bir reklamın sesiyle uyanmıştı. Kış geldiğinden günler kısaydı ve Yunus neredeyse gün ışığını hiç görmüyordu. Sabah gün doğana kadar oturuyor ve genelde akşam ezanı ile uyanıyordu. Zaten ruhsal çöküntüde olan Yunus kendi kendini öldürüyordu böylece.

Kalktı ve elini yüzünü bile yıkamadan sigara yaktı. Ağzına kadar dolu olan küllüğü boşaltmıyordu bile ve sigarası bitince izmariti sığdırabileceği bir boşluk aradı kültablasında. Sigarayı söndürünce masasının üzerinde kalan son parası gözüne çarptı. Hepi topu 100 lirası kalmıştı ve bu son parasıydı. Aldırmadı; telefon edip bir çorba sipariş etti ve bir sigara daha yaktı.

Alelacele çorbasını içip televizyonun karşısına kuruldu. Duvarlarla konuşmasını engelleyen tek şey televizyondu. Saat 18.00 haberlerine denk geldi ve her habere sesli bir şekilde yorum yaptı. Haberlerin bitmesiyle beraber zilin çaldığını duydu ama aldırmadı, birkaç seferdir böyle zil sesi duyuyor ama gerçekte zil falan çalmıyordu. "Yine hayali hayranlarım geldi" diye mırıldandı fakat zil tekrar çaldı. "Bu sefer ısrarcı köftehorlar" dedi ama zil sesinin ardından "Lan oğlum açsana, benim lan ben Alper. Hadi aç aç, içerde olduğunu biliyorum" dedi. Yunus usul ve isteksiz adımlarla kapıya doğru seğirtti.

Alper kapının önünde durup bir şeyler anlatıyordu. Yunus hiçbirini ne dinliyor ne de anlıyordu. Sadece Alper'in "Oğlum hayvan mısın kapıda mı dikeceksin beni?" dediğini anladı. İçeri aldı Alper'i. Alper içerideki yalnızlık ve pislik kokusundan rahatsız oldu ama belli etmedi. Alper konuşmaya, Yunus dinlememeye devam etti. "Çay may yok mu oğlum iyice ayılaşmışsın lan sen" dedi. Yunus isteksizce sallama çay yapıp getirdi. Alper yine konuştu, Yunus yine dinlemedi.

"Olur de mi lan?" deyince Alper Yunus ihtiyatsızca "Ne olur de mi?" dedi. "Lan hayvan tamam anladık, annen öldü baban öldü ama hayat bitmedi ki. Sabahtan beri iş teklif ediyoruz sana. Güvenilir adama ihtiyacım var yeni büromda. Sadece gel otur birader, ben olmayınca sen ilgilen işlerle." diye kısaca tekrar anlattı Alper tüm gün konuştuklarını. "Bilmiyorum ki" dedi Yunus. "Bilmeyecek ne var lan lale. Yarın adam gibi bir traş ol, biraz çeki düzen ver kendine. Diğer gün saat 10-11 gibi gelir alırım ben seni" dedi ve ayaklandı Alper. "Kalkma hiç, ben giderim. Dediğimi unutma, 2 gün sonra arayıp alırım seni.". Hiç seslenmedi Yunus.

Alper kapıyı kapatınca tekrar televizyona odaklandı. Ne televizyonu dinliyordu ne de aklından bir şey geçiyordu. Sigara üstüne sigara içiyor ve bunu da neden yaptığını bilmiyordu. Dolaba baktı, 5 tane birası vardı. Bir bira açtı ve bu sefer düşünmeye koyuldu.

"Benim gibi berduşun ne işi olur lan işle güçle? Evi satarım, gider kötü bir ev tutarım. Birkaç sene yeter bana o para. Sonrasını da yaşamak istemiyorum. Evet evet, yaşamak istemiyorum. Kararım bu".

Biraları bittiğinde yine gün doğmak ve Yunus sızmak üzereydi.

Etiketler: , , , , , .

Yorum Yaz