Ankara Sıkılmışlığı IV

Pırıl pırıl bir yaz akşamında Yunus ile annesi balkonda oturuyorlardı. Bugün günlerden mutluluk rolü yapma günü olmalıydı ki, her şey yolundaymış gibi annesiyle çay içip çekirdek çitliyorlardı. Bir an bile olsa tüm olumsuzluklardan kaçıp yalancı bir mutluluğa sığınmanın verdiği buruk rahatlık Yunus'un her halinden belli oluyordu.

Münevver Abla uyumaya gidince Yunus bir sigara tellendirdi. Aklından bir şeyler uçuşuyordu ama hangisini tutup yakalayacağını bilemedi. Ciğerlerine oturan duman kendisini rahatsız ettiğinden sigarayı yarıda bırakıp odasına gitti. Bilgisayarın başına oturup biraz gazetelere baktı ama haberlerden içi sıkılıp yatağına sırt üstü uzandı. Tavanda hayali birçok karakter ve hikaye uydururken uyuyakaldı. Daldığı en tatlı uykulardan birisiydi.

Rüyasında Ceyda'yı gördü. Telefonda konuşup ardından buluşuyorlardı. Güzel kızdı Ceyda ama rüya bile olsa "Senin gibi kel ve işsiz bir adamla ne yaparım ki Yunus? Gönül eğlendiriyorum işte" deyişi uyandığında bile etkisinde kaldığı bir cümleydi. Yataktan hemen kalkmadı. Biraz daha uyku ile uyanıklık hali arasında kalıp hayal kurmaya koyuldu. Ceyda niye aramış olabilirdi ki onu? İşi mi düşmüştü yoksa gerçekten aralarında bir şeyler olabilir miydi? O kadar uzun zamandır yalnızdı ki, Ceyda gözünde dünyanın en mükemmel kızı oluvermişti.

Yatakta yaptığı tembellikten sonra kalktı ve evin içerisinde bir tur attı. Ocakta çay yoktu, kahvaltılıklar çıkartılmamıştı. "Herhalde sabah aceleyle bir yere gitmiş olmalı annem" diye düşünüp tuvalete gitti. Banyoda elini yüzünü yıkadıktan sonra tekrar mutfağa dönüp çay koydu ve bugünü de mutluluk rolü yapma günü ilan etti. Çayı koyduktan sonra buzdolabından domates, biber, soğan ve iki yumurta çıkarttı. En son askere gitmeden önce annesi için melemen yapmıştı. Özenle tüm malzemeleri yıkayıp melemen yapmaya koyuldu. Melemeni ocağa koyunca çayı da demledi ki ikisinin aynı anda hazır olmasını istiyordu.

Bir güzel masayı hazırladı ve her şeyi masaya koydu. Bir an önce annesinin gelip masayı görmesini ve karnını doyurmayı bekliyordu artık. Annesini beklerken bir bardak çay doldurdu kendine ve balkona çıkıp bir sigara yaktı. Balkonda sokağı izledi, çocuklar çoktan uyanıp sokakta koşuşturmaya, bisiklet sürmeye ve birbirleriyle sataşmaya başlamışlardı. Gülümsedi; kendi çocukluğunu düşündü. Ceyda'dan olsa gerek hala içerisinde adını koyamadığı bir his vardı. Belki de çocukluğu aklına geldiğinden öyleydi.

"İşte tam şu kaldırımın kenarında düşüp de kolumu kırmıştım. Acısını bile hatırlamıyorum ama o bile güzeldi çocukken" diye içinden geçirdi. Sigarası bitti ve içeriye geçti. Annesinin daha gelmediğini fark edince odasına gidip üzerini değiştirdi. Odadan çıkıp mutfağa geçerken annesinin terliklerinin antrede olmadığını fark etti. Eğer dışarı çıkmış olsaydı terliğini mutlaka antrede çıkarırdı. Ayakkabısına baktı ve ayakkabısı da oradaydı. "Başka ayakkabı giymiştir belki ya da terlikle komşuya geçmiştir" diye düşündü; kapıya baktı ve kapıda takılı anahtarın annesinin anahtarı olduğunu görünce "Ah be anne anahtarı da mı unuttun?" diye düşünüp annesinin en yakın arkadaşı komşuları Hanife'ye gittiğini tahmin edip annesini çağırmak için evden çıktı. Zili çaldı, biraz bekledi ve kapı açıldı:

+ Hanife Teyze annem sende mi?
- Yok oğlum hiç görmedim bugün anneni.
+ Ya anahtarını evde unutmuş da burdaysa vereyim diyecektim.
- Sen istiyorsan ver anahtarı ben annen gelince veririm.
+ Yok sağol Hanife Teyze, teşekkür ederim.

der demez koşar adımlarla eve gitti. Hanife de arkasından öyle bakakalmış "Hay Allah!" deyip kapıyı örtmüştü. Yunus telaşla kapıyı açtı ve doğru yatak odasına koştu. Kapıyı açmaya cesaret edemedi ve birkaç saniye bekleyip soluklandı. Kendisini o kadar gergin hissediyordu ki, dokunsalar kopardı. Biraz daha bekledi ve sonunda yavaş yavaş kapıyı açtı ve annesine baktı; oradaydı. Yorgana dikkat kesildi acaba nefes alıyor mu diye. Yorgan Münevver Abla'nın nefes alıp vermesiyle beraber inip kalkıyordu. Çöl ortasında kana kana su içmiş gibi hissetti kendisini Yunus ve "Anne" diye seslendi. Cevap alamadı. Tekrar seslendi ve yine cevap alamadı. Daha yüksek sesle seslendi ama yine yanıt alamayınca yüreğine bir korku saplandı. Annesinin yanına doğru giderken nefes aldığından emindi ama bu kadar çağırılmayla uyanacağından da emindi. "Anne" diye dürttü ama yine cevap alamadı. Annesinin gözleri açıktı. "Anne beni korkutmaya mı çalışıyorsun, cevap versene" dedi. Münevver Abla cevap vermedi. "Hadi kalk bak sana kahvaltı hazırladım, hadi canım anam" dediyse de yine cevap alamadı ama Münevver Abla ağlıyordu. Yunus usulca yorganı kaldırdı, annesinin elinden tutup kolunu kaldırdı ve bıraktı. Kol hiç tepki vermeden olduğu yere tekrar inmişti. Tekrarladı ve yine aynısı oldu.

Yunus annesine ilk defa bu kadar içten sarılıyor ve bu kadar içten ağlıyordu. Bir yandan annesi bir yandan kendisi. Münevver Abla konuşamıyordu ama Yunus'un da dili tutulmuştu. Yunus bir ara zilin çaldığını işitti ama aldırmadı. Zil inatla çalmaya devam edince doğruldu, bilinçsizce kapıya yöneldi. Kapıda bekleyen Hanife'ydi. "Oğlum nerdeyse 20 dakikadır zile basıyorum niye açmıyorsun?" dedi ama Yunus'un ağlamaktan kızarmış gözlerini görünce şaşırdı. Yunus eliyle içeriye geç der gibi bir işaret yaptı ve Hanife içeriye geçti. Yunus zorlukla "Yatak odasına Hanife Teyze" dedi. Hanife arkadaşı Münevver'in öldüğünü düşündü ama ağladığını görünce yanına oturdu. "Neyi var Yunus oğlum annenin?" diye sordu. Yunus'un dudaklarından belli belirsiz bir "Bilmiyorum" çıktı. Hanife çok geçmeden arkadaşının felç geçirdiğini anladı ve salona geçip telefonla bir ambulans çağırdı; yatak odasına tekrar döndü.

"Yunus gel oğlum bakayım, çık dışarı odadan. Annen felç geçirmiş yavrum, ambulans çağırdım şimdi gelir. Haydi toparla bakayım kendini, ben üzerime bir şey alıp geliyorum hemen. Hastahaneye beraber gideriz" dedi Hanife. Yunus'un ağzından yine belli belirsiz bir "Olur" döküldü.

Siren sesi yaklaştığında Yunus donakalmış bir vaziyette Hanife'nin bıraktığı yerde dikiliyordu.

Etiketler: , , , , , .

Yorum Yaz